“Mutfak kültürü, bana birçok hikâye yazdırdı” (Mario Levi)
Herhangi bir hikayede ya da romanda okursunuz o sahneyi. Karakterimiz yemek yer sevdikleriyle ya da tek başına. Ve o sahne iz bırakır aklınızda. Belki o an, orada olmak istediğinizden, belki de o sahne sizi kendi geçmişinize götürdüğünden… Esasında edebiyat geleneğimiz ‘gurme dokunuşlar’ yönünden bir hayli zengin ve hatta dünya edebiyatını birkaçına katlamış durumda. Edebiyatta yemeklerden bahsetmek geleneği çok uzun yıllar öncesi Halk Edebiyatı ile Divan Edebiyatı’na dek dayanıyor. Aşık edebiyatında ise başlı başına yemek destanlarına dahi rastlanıyor. 20. yüzyıl Türk edebiyatçılarının ilk isimlerinden olan Refik Halat Karay ise bu tarzı kelimenin tam anlamıyla taçlandırıyor. Aslında günümüzün ‘life style’ yazarlarının ilk örneği olarak da sayabileceğimiz Karay, yazılarında yalnızca yemeklerden, birbirinden cazibeli lezzetlerden bahsetmekle kalmıyor, mutfak kültürünün toplum hayatı üstündeki her tür etkisinden de dem vuruyor.
Büyük yazarlarımız Sait Faik’ten Yusuf Atılgan’a, Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Oğuz Atay’a dek pek çok isim de yine birbirinden unutulmaz sofra sahnelerine, pilavdan patlıcana, börekten balığa farklı lezzetlere öykü ve romanlarında neredeyse başrol veriyorlar. Tomris Uyar, Leyla Erbil ve Nezihe Meriç, meyhaneden ev içlerine uzanan bir çizgideki sahnelerden eserlerinde bolca bahsediyorlar. Füruzan’ın Sevda Dolu Bir Yaz’daki kahvaltı sahnesi ile Elif Şafak’ın Baba ve Piç’indeki aşurenin hikayesi unutulmazlarımız arasına giriveriyor. Bizde usta kalemlerin anlattığı lezzetleri satır aralarından çıkardık ve sizler için hazırladık…
“Mutfak kültüründen uzak bir edebiyat düşünemiyorum, bu insana dair bir şey çünkü.” (Harem Suare)
“Yemek doğa gibidir; dini, dili, ırkı yoktur” (Ahmet Ümit)
ELİF ŞAFAK – İSKENDER
Elif Şafak‘ın edebiyat dünyamızda çokça tartışılmış romanı İskender‘in en sahici karakterlerindendir Elias. Londra’daki Eflatun Lokantası‘nın şefidir aynı zamanda. 25 Aralık 1977 günü, lokantada Noel yemeğini hazırlamaktadır: (…) Kremalı mantar sosunu yavaşça karıştırdı. Neredeyse hazırdı. Ateşten almadan mutlaka bir tutam muskat ekleyecekti. Bu onun küçük sırrıydı. Ve bugün her şeyin mükemmel olması gerekiyordu, çünkü Noel’di. (…) Muskat ilave ettikten sonra sosu bir daha karıştırdı, ocağı kapattı. Yardımcı şef anında belirdi ve 55 porsiyon bonfilenin üzerine dökmeden evvel soğuması için porselen kaba aktardı. Elias kolundaki saate şöyle bir göz attıktan sonra, bir sonraki yemeğe başladı. Birkaç saniye sonraysa Pembe gelecektir Elias’ın yanına. Yeterince kalpten severse, Külkedisi olmaktan çıkarıp göz kamaştırıcı bir prensese dönüştürebileceğine inandığı, mahçup Pembe…
ORHAN PAMUK – MASUMİYET MÜZESİ
Bizim yorumumuz şöyle: Hayatta pek bir hedefi olmayan, Kemal, içine düştüğü ilişki üçgeni sayesinde kendine ilk kez sahici bir mücadele alanı bulmuştur. Mücadele, durağan yaşamını renklendirmiştir. Dolayısıyla ‘uzaktan akraba’ Füsun kendisinden koptuğunda bile, aslında ‘Füsun öncesi’ yaşamından daha mutludur. Çünkü artık bir hedefi vardır ve ona ulaşmak için her şeyi yapmaya hazırdır. “Her şeyi yapmaya hazırdır,” dememiz hafife alınmasın: Kızın evlenmesini bile umursamadan tam yedi yıl boyunca, 1593 kez akşam yemeğine gider Kemal, Füsun ve ailesinin evine. Elbette sorfadaki yemekler de, en az konuğun hissettiği duygular kadar çeşitlidir; acılısı da vardır tatlısı da, ekşisi de vardır tuzlusu da: Mercimek çorbası, enginar, ayvalı hoşaf, dolma, lakerda, börek, çay ve elbet bol buzlu rakı…
ORHAN KEMAL – BABA EVİ
Baba Evi, Orhan Kemal‘in çocukluğundan izler taşır. Okurken fark edersiniz: Kemal içini dökmüştür bu romanda. Ailenin huzurunu bozan otoriter babasından yakınır; merhametli annesiyse mutlu anlarının kahramanıdır. Diğer yandan yokluk ve açlık da Kemal’in romanında ön plandadır. Bu nedenle bazılarınız, son paragrafında:
“Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın küreyvelerinde duydum. Ve sen, benim iyi, benim şefik ve rahîm olan soyum, insan soyu, sen ebedî tokluğu fethedeceksin!“
satırlarının yer aldığı bu romana, yemek ve edebiyat konulu bir çalışmada yer vermemizi yadırgayabilir. Ancak sakın ola unutmayın: Tok, açın halinden anlamaz. Açlığı yaşamamış kimse, bol soğanlı bulgur pilavının yanında yenilen turşunun lezzetini, Kemal’in Baba Evi’nde yaptığı kadar lezzetli anlatamaz!
HALİDE EDİB ADIVAR – SİNEKLİ BAKKAL
Tepelerinde mor, mavi gökte tepsi kadar beyaz bir ay, onlar altında kuzu kızartmasını, pilavı bir ayin ciddiyetiyle ağır ağır çiğnemeye başladılar…
YUSUF ATILGAN – AYLAK ADAM
– Artık çekinmiyor musun?
– Onlardan mı? Sen yanımdayken vız gelirler bana!
REŞAT NURİ GÜNTEKİN – ÇALIKUŞU
Okul müdiresinin, baş karakteri Feride‘ye taktığı lakaptan almıştır adını Reşat Nuri Güntekin‘in klasik romanı Çalıkuşu. Çocukken tanırız onu; içi içine sığmayan, coşkulu bir kızdır. Ancak bir o kadar da masum ve kırılgandır. Yıllar geçip öğretmen olduğunda; kendisine başka çıkış yolu bırakmayan aşk acısının etkisiyle, idealizme (veya kaçış arzusuna) dönüşür çocukluk mirası coşkusu: Feride, artık ücra Anadolu köylerinin ‘Muallime Hanım‘ıdır. Öyle etkileyici anlatılmıştır ki yaşadıkları, o dönem romanı okuyan sayısız kadın, genç Cumhuriyet’i geleceğe taşıma arzusuyla Anadolu’daki okulların yolunu tutacaktır. Diğer yandan Kâmran’a aşkı nedeniyle çektiği çilelere ve Anadolu’nun ‘engebeli’ yaşantısına rağmen, çocuksu alışkanlıklarını yitirmez Feride. Kendi deyimiyle ‘dünyada en delicesine sevdiği şey’ fondandır örneğin. Bir seferinde şöyle anlatır bu şekerleme hakkındaki düşüncelerini: (…) Ben şimdi yalnız fondanlarımla meşgul görünüyordum. Bir mücevher muhafazası seyreder gibi sevinçle kutuya bakıyor, içinden çıkardığım şekerleri, bir resimli gazetenin üstüne sıralıyordum. Aynı zamanda da saçmasapan şeyler söylüyordum:
– Bunları yemek bir sanattır, Kâmran. Bak, mesela sen şu sarıyı kırmızıdan evvel yemekte bir zarar görmezsin değil mi? Halbuki ne yazık? Çünkü kırmızı; hem fazla tatlıdır, hem biraz nanelidir. Onu evvela yersem sanırım o nazik lezzetine, o şairane kokusuna yazık olur. Ah canım şekerler. İnsan, onları ağzında eritirken yüreği de beraber eriyor…
Belki öğrenciliğinde Kâmran‘ın ona fondan hediye etmesidir bu tutkunun sırrı. Belki başka bir şey. Ama biliriz ki Feride’yi Çalıkuşu’na ve hatta ‘Gülbeşeker’e dönüştüren etkenler arasında Kâmran kadar olmasa da fondanın da yeri vardır.
Kaynakça:
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, Esra TOPUZ , Edebiyat ve Yemek.
İleri Selim, Yaşadığım İstanbul, Everst Yayınları.